top of page

Beyoncé’nin Cowboy Carter’la Country Mirasını Geri Alışı

  • kocerbegum
  • 23 May
  • 4 dakikada okunur

Amerikan müzik tarihinin en beyaz türlerinden birine, siyah kadınların sesiyle geri dönen Beyoncé; Cowboy Carter albümünde sadece country ile birlikte kültürel belleği de yeniden yazıyor.



Beyoncé’nin sahnesi hiçbir zaman sadece bir performans alanı olmadı. Geçtiğimiz sene piyasaya sürdüğü Cowboy Carter albümü, Amerika’nın en beyaz müzik türlerinden biri olarak kodlanan country’yi merkezine alırken, o toprakların bastırılmış seslerini ve görmezden gelinen hikâyelerini güçlü bir biçimde görünür kıldı. Fakat Beyoncé bu albümle sadece kendisi için yeni bir türün sınırlarında gezinmedi; kültürel belleği sorgulayan, müzik tarihinde açılmış boşlukları dolduran ve kendi kimliğini merkeze alan bir anlatı kurdu. Cowboy Carter, Beyoncé’nin sanatsal evriminde yeni bir zirve değil, yeni bir hatırlayış biçimiydi. Şimdi sormak gerekiyor: Country müzik Beyoncé’nin alanına mı çekildi, yoksa o mu alanı dönüştürdü?


Beyoncé’nin Country’ye Yolculuğu:



Beklenmeyeni mi yaptı, yoksa çoktan yazılmış bir senaryoyu mu oynadı?


Cowboy Carter albümünü anlamak için Beyoncé’nin country ile ilk temasını hatırlamak gerekiyor. 2016’da Lemonade albümünde yer alan “Daddy Lessons” parçası, Houston’ın sıcak ve tozlu sokaklarında büyüyen siyah bir kız çocuğunun, babasından miras aldığı hayatta kalma kodlarını anlatıyordu. Müzikal olarak country ezgileri taşıyan bu parça, Beyoncé’nin Amerikan güneyine dair kişisel hafızasını seslendirdiği ilk güçlü adımdı. Aynı yıl, bu şarkıyı The Chicks (eski adıyla Dixie Chicks) ile CMA Awards sahnesinde seslendirdiğinde, country camiası neredeyse ikiye bölündü. Beyoncé’nin “gerçek bir country sanatçısı” olup olamayacağı sosyal medyada, sektörde ve hayranlar arasında uzun süre tartışıldı.


Aslında bu tepki, sadece müziksel değil, tarihsel bir arka plana dayanıyordu. Country, Amerika’nın kırsal beyaz kimliğiyle özdeşleşmiş, siyah müzisyenlerin katkılarıysa uzun yıllar boyunca görmezden gelinmiş bir türdü. Onlar içinse Beyoncé’nin orada olması sistemin dışladığı belleğe yapılan bir müdahaleydi çünkü kendilerine ait olan bu türü siyah bir kadınla paylaşmak istemiyorlardı. Cowboy Carter, işte tam olarak bu müdahaleyi merkezine alıyor ve büyütüyor. Beyoncé’nin “beni dahil etmeyecekseniz, ben kendi alanımı yaratırım” diyerek kurduğu yeni ses evreni, bu albümde politik bir manifesto gibi işliyor.


Cowboy Carter’ın Kurduğu Yeni Ses Evreni



Bu bir albüm değil, çok sesli bir Amerikan tarihi


Cowboy Carter, Beyoncé’nin bugüne dek yaptığı en uzun albüm. Ancak uzunluğu sadece süreyle ilgili değil; içerdiği tematik katmanlarla da çok sesli bir anlatı oluşturuyor. Albüm, açılış parçası AMERIICAN REQUIEM ile başlıyor ve daha ilk dakikadan itibaren Amerikan ulusal anlatısına ciddi bir müdahale yapıyor. Beyoncé, bu parçayla kendi kültürel geçmişini bir ağıt gibi sunmak yerine, yeni bir başlangıç olarak konumluyor. Sesiyle hem yası, hem başkaldırıyı taşıyor.



The Beatles’ın ırkçılığa karşı yazılmış “Blackbird” parçasının yeniden yorumu olan BLACKBIIRD, albümün en sembolik şarkılarından biri. 1968 yılında Paul McCartney tarafından yazılan şarkı, Amerika’daki sivil haklar hareketinden ve özellikle siyah öğrencilerin maruz kaldığı sistematik baskılardan ilhamla kaleme alındı. McCartney, “Blackbird”ü doğrudan ırk ayrımcılığına karşı direnen Little Rock Nine öğrencilerine adadığını söylemişti. Beyoncé, bu tarihsel anlamı bugüne taşıyor. Üstelik bunu yalnızca şarkıyı yeniden seslendirerek yapmakla kalmıyor, tamamı siyah kadın country sanatçılarla birlikte söyleyerek de güçlendiriyor. Böylece hem tarihî bir dayanışma kuruyor hem de country sahnesinde sistematik olarak dışarıda bırakılan isimleri merkeze taşıyor. Böylece bu şarkı Cowboy Carter albümünde kolektif bir temsilin sesi oluyor.



YA YA gibi parçalar ise Beyoncé’nin gospel, soul, funk ve rock arasında kurduğu geçişlerle türler üstü bir müzikal harita çizdiğini gösteriyor. Bu şarkıda Tina Turner göndermeleri dikkat çekerken, geçmiş kuşak kadın müzisyenlere olan saygı da albümün genel ruhuyla örtüşüyor. Cowboy Carter, bu anlamda country’yi içeren ama adeta onun sınırlarını aşan bir ses inşası.


Artık Güç Gösterisinden Uzakta, Bir Alan Açma Hamlesi



Temsilin ötesinde: Beyoncé country’yi sadece icra etmiyor, dönüştürüyor.


Beyoncé’nin Cowboy Carter’daki en büyük başarısı müzikal bir dönüşüm gerçekleştirmesi değil. Asıl mesele, bu dönüşümü kimin adına ve nerede yaptığı. Country müzik sahnesi, tarihsel olarak beyaz erkeklerin egemenliğinde şekillenmiş; siyah sanatçılar, özellikle de siyah kadınlar, bu sistemin dışında tutulmuştu. Beyoncé, bu dışlanmışlığı görünür kılarken onun üzerine kendi anlatısını kuruyor.


Albüm boyunca hissedilen şey bir türün içinde kendine yer açmak değil, var olan yapının dışına çıkıp, kendi yapısını kurmak. “Bu bir country albümü değil” diyerek yaptığı vurgu da tam olarak burada anlam kazanıyor. Çünkü Beyoncé aslında bu albümde sadece bir müzik türünü kullanmıyor; onun sınırlarını yeniden tanımlıyor, temsiliyetin ötesine geçip otorite kuruyor.



Beyoncé için Cowboy Carter, bir kimlik gösterisi değil; çok katmanlı bir kültürel ifade biçimi. Albümdeki kadın iş birlikleri (Miley Cyrus, Linda Martell, Tanner Adell), Beyoncé’nin yalnız bu sessiz savaşta yalnız yürümek yerine diğer kadınlara da alan açmayı hedeflediğini gösteriyor. Bu kolektif bir düzeltme girişimini tek başına değil, siyahıyla beyazıyla tüm kadınlar olarak el ele vererek yapmayı tercih ediyor.


Ve belki de en çarpıcı olan şu: Beyoncé, bu dönüşümü hem pop kültürün merkezinde hem de milyonlarca insana ulaşan bir sahnede yapıyor. Bu, sesini yükseltmekten fazlası; anlatıyı kendi sesiyle yeniden kurmak. Eski sahnelerde yer açmakla yetinmiyor; kendi sahnesini, kendi kurallarına göre kuruyor.


Cowboy Carter Turnesi: Sahne Üzerinde Bir Anlatı



Beyoncé’nin 2025 tarihli Cowboy Carter albümünün ardından başlattığı dünya turnesi, albümün ideolojik ve estetik yapısının sahne üzerinde yeniden inşa edildiği bir anlatı platformu. 28 Nisan’da Los Angeles’taki SoFi Stadyumu’nda başlayan turne, yaz boyunca Kuzey Amerika ve Avrupa’da onlarca şehirde devam ediyor.


Turnenin dikkat çeken detaylarından biri, Beyoncé’nin sadece kendi ikonografisini değil; kolektif hafızayı da sahneye taşıması. 2003 tarihli Crazy In Love klibindeki ikonik kıyafetin taşlarla süslenmiş modern bir versiyonunu giymesi, geçmişle kurulan bağın sadece nostaljiye değil, güçlenmiş bir kimliğe işaret ettiğini gösteriyor.



Performanslarda ailesi de sahnede. 13 yaşındaki kızı Blue Ivy’nin AMERICA HAS A PROBLEM performansında sahneye çıkması ve 7 yaşındaki Rumi’nin PROTECTOR şarkısında annesine eşlik etmesi, turneye duygusal bir derinlik katıyor.


Her konser, Beyoncé’nin bir tür “görsel albüm”üne dönüşüyor: country estetiğiyle örülmüş bir kültürel kurgu, siyah kadın mirasının kutlaması ve temsilin sahne üzerindeki politik gücü.


Cowboy Carter, sadece bir albüm olmanın ötesinde bastırılmış bir belleğin, dışlanmış bir türün ve susturulmuş birçok sesin sahnede hayat bulma biçimi. Beyoncé, bu albümle sadece bir müzik janrını dönüştürmedi; onunla birlikte popüler kültürün kalbinde, kendi tarihini ve geleceğini kurdu. Şimdi bu dönüşüm, Cowboy Carter Tour ile dünyanın dört bir yanındaki sahnelerde yankılanıyor.


Eski sahnelerde yer açmakla yetinmiyor; kendi sahnesini, kendi kurallarına göre kuruyor.

Peki biz bu sahnede sadece izleyen miyiz, yoksa anlatının bir parçası olmayı seçebilir miyiz?

Comments


logo tek yazı
  • Instagram
bottom of page