Birine Benzememek İçin Verilen Savaş
- kocerbegum
- 11 Haz
- 2 dakikada okunur
Kopyalanabilir kimliklerin çoğaldığı dijital çağda, kendine benzeyerek var olmak derin bir direnişe dönüşüyor. Estetik ve kültürel alanlarda özgünlüğün yeni biçimlerini, çağın simgeleriyle birlikte okuyoruz.

Kendine benzeyerek yaşamak, günümüzde neredeyse radikal bir seçim haline geldi. Dijital çağ, benzerliği ödüllendiriyor. Her şeyin daha önce görülmüş, algoritma tarafından önerilmiş, kalıba dökülmüş versiyonları daha çok tıklanıyor. Sosyal medya, hızla yeniden üretilebilen kimlikler yaratıyor. Düşünce şekilleri, giyim tercihleri, hatta yalnızlık biçimleri bile kolektifleşiyor. Birey olmanın yerini, “ben gibi görünenler” arasında güvenli bir çoğulluk alıyor.
Böyle bir düzlemde kendine benzeyen biri olmak artık bir kişilik meselesi olmaktan çıkıyor, kültürel bir direnç alanı haline geliyor çünkü bu çağın özgünlük anlayışı paradoksal biçimde kolektifleşmiş durumda. “Farklı olmak” bir estetik stratejiye dönüştüğünde, asıl mesele farklılaşmak değil, farklı görünmek halini alıyor. Halbuki gerçekten kendine ait bir duruş, ilk bakışta fark edilmeyebilir. Sessizdir. Zamana yayılır. Göstermeye değil, olmaya dayanır.
Stil üzerinden konuşursak: Gerçekten kişiye ait olan bir estetik kolay okunmaz. Hemen anlaşılmayan, kalıplara girmeyen, anlamak için bekleyen bir tarafı vardır. Tilda Swinton’ın zamansız ve cinsiyetsiz duruşu, bunun en görünür örneklerinden biri. Sade ama tanımlanamaz, net ama değişken. Her rolünde, her görünümünde kendine sadık kalma biçimiyle, oyunculuğun ötesine geçen bir kültürel karakter inşa ediyor.
Müzik alanında Steve Lacy ve FKA twigs, bu özgünlüğün müzikal ve görsel örneklerini oluşturuyor. Lacy’nin müziği belirli bir türe bağlı kalmıyor; soul, funk, indie, R&B arasında serbestçe dolaşırken, stilinde de aynı geçişkenlik hâkim. FKA twigs ise sınırları yıkan bir görsel dünya kuruyor; hem kırılgan hem fütüristik, hem tanrısal hem dijital bir estetik. Kurdukları bu benzersiz dünya, onları gelip geçici değil, yerleşik ve hatırlanan figürlere dönüştürüyor.
Stil tarihi içinden bakıldığında Chloë Sevigny, modanın belirlediği trendleri takip etmek yerine kendi çizgisini koruyarak farklılaşan bir estetik dil inşa etti. Bu tavrı, onu geleneksel ‘it-girl’ figürünün ötesine taşıdı ve moda tarihinde kendine özgü, kült bir yer açtı. Benzer şekilde Timothée Chalamet, bugünün erkek estetiği içinde kendine ait bir alan kuruyor. Feminen-maskülen kodlarını karıştıran, abartısız ama teatral duran, alışılmışı istemeyen bir zarafet içinde.

Kopyalar çoğalmaya eğilimlidir. Orijinallerse çoğu zaman sessiz kalır. Bu sessizlik, içe kapanmadan değil, bilinçle alınmış estetik bir pozisyondur. Miuccia Prada’nın “çirkinlik”ten güzellik yaratma fikri, modanın estetik sınırlarını zorlarken kendi iç dünyasını dışa vurmaktan çekinmeyen bir entelektüelliğe işaret eder. Çünkü asıl soru her zaman şudur: Giydiğimiz şey bize mi ait, yoksa bizi görünür kılan bir imajın parçası mı?
Günümüzde özgün olmak için illaki aykırı olmak gerekmiyor. Aksine, en özgün olanlar genellikle en sessiz olanlar. Gürültünün, hızın ve çoğaltmanın çağında, belirginleşmek için bağırmak yerine bekleyenler, zamanla öne çıkıyor. Bu, hem estetik hem entelektüel bir sakinlik. Ve belki de en çok, kendinle kurduğun ilişkinin gücüne dayanıyor.
Bugün birine benzememek için verilen savaş, görünür olma arzusuna karşı verilen en kişisel mücadelelerden biri. Bu savaş, her sabah ne giyeceğini seçerken başlıyor. Ne dinlediğini, ne izlediğini, neyi sevip neyi görmezden geldiğini yeniden düşünürken devam ediyor. Ve belki de en önemlisi, kendi içine dönüp “Bu gerçekten ben miyim?” diye sormaktan hiç vazgeçmemekle şekilleniyor.
Comments