Boş arama ile 108 sonuç bulundu
- SZA Vans’in Sanat Direktörü Oldu
“Amacım; neşenin, topluluğun, yaratıcılığın ve modanın hâlâ kesişim noktalarında buluştuğunu göstermek.” Vans’in yeni dönemine güçlü bir imza atıldı: VanSZA . Uzun yıllardır Vans tutkunu olan SZA, özellikle Knu Skool’larla kurduğu bağ sayesinde markayla kendine özgü bir ortaklık hikâyesi yarattı. Şimdiyse bu bağ, resmi bir iş birliğine dönüşüyor. Sanat Direktörü rolüyle Vans’in yaratıcılık alanına adım atan sanatçı, markayla çok yıllı bir ortaklık başlatıyor. SZA’nın görevi, yalnızca koleksiyonlara katkı sunmakla sınırlı değil. Şarkıcı, Vans kampanyalarını yeniden kurgulayarak kendi vizyonunu markanın genç, enerjik ve özgür ruhuyla harmanlayacak. Vans, yaptığı açıklamada “SZA’da, Off the Wall ruhunun özünü görüyoruz.” diyerek bu uyumu öne çıkarıyor. Aslında SZA için bu iş birliği, ayakkabı dünyasındaki ilk deneyim değil. Sanatçı, 2022 yılında Crocs ile iki farklı kapsül tasarıma imza atmıştı. Ancak Vans ile kurduğu kişisel bağ bu ortaklığı çok daha özel kılıyor. “Yıllardır Knu Skools giyiyorum, her zaman kendimi yakın hissettiğim bir duruşları oldu,” diyen SZA’nın ilk kampanyası da tam olarak bu siluetin etrafında şekilleniyor. Sophie Jones ’un objektifine yansıyan kampanya görselleri, sanatçının savunmasızlıktaki güzelliğe yaptığı vurguyu öne çıkarıyor. SZA, yeni rolünü şu sözlerle özetliyor: “İnsanı, kültürü ve bağlantıyı hâlâ erişim noktası olarak görüyorum. Cesaret ve merak, belirsizliğin ilacı. Vans tam da bunu sahipleniyor. Onlar benim durduğum yerde duruyor. Bu ruhu paylaşmak için herkesi Off the Wall ’a davet ediyorum.” İlk kampanyanın görselleri şimdiden yayınlandı. Vans ve SZA iş birliğinin bundan sonraki adımlarınıysa merakla bekliyoruz.
- Türkiye İş Dünyasında Profesyonel Ghosting
Profesyonel ghosting’in Türkiye’de hızla yaygınlaşması, iş dünyasında saygı ve güven zeminini ciddi şekilde tehdit ediyor. Türkiye’nin profesyonel iş dünyasında son dönemin tartışılmayan ama giderek yaygınlaşan bir davranış biçimi var: ghosting . Başka bir deyişle iletişimi tamamen kesmek, cevap vermemek, sessiz kalmak. Eskiden iş kültürümüzün yüz yüze iletişim ve kişisel bağlara dayalı olduğu düşünülürdü. Teoride ghosting gibi soğuk bir davranışın burada yerinin olmaması beklenirdi ama bugün tablo başka: Şirketler, ajanslar, startup’lar, işverenler ve adaylar; hemen herkesin tercih ettiği kolay ama etik dışı bir refleks hâline geldi sessiz kalmak. Türkiye'de Kültürel Zemin ve Yapısal Eksiklikler Türkiye iş dünyasında resmi süreçler çoğu zaman “samimiyet” adı altında gayriresmi yürütülüyor. Yazılı süreçler zayıf, açıklama yapma alışkanlığı sınırlı, profesyonel netlik yerine belirsizlik tercih ediliyor. İşte bu yapısal eksikler ghosting ’e uygun bir zemin hazırlıyor. Şirketlerin çoğu, olumsuz geri bildirim vermektense iletişimi tamamen kesmeyi tercih ediyor. Çünkü bu daha kolay. Ama kolay olanın doğru olduğu anlamına gelmiyor. İş Dünyasında Profesyonel Etik Meselesi Türkiye’de birçok sektörde kurumsal etik hâlâ oturmuş değil. Özellikle KOBİ’lerde, butik ajanslarda, hızla büyüyen startup’larda ve yeni kurumsallaşan yapılarda ghosting olağan bir davranış biçimi hâlini aldı. Bu sadece işverenlerin sorunu da değil çünkü bir iş görüşmesine katılıp ortadan kaybolan adaylar da var. Ama önemli bir fark var: Kurumsal yapıların bu davranışı normalleştirmesi, sektörel bir etik sorunu yaratıyor. Aslında ortada görmezden gelinen çok basit bir gerçek var: Bir “hayır” cümlesi, ortadan kaybolmaktan daha profesyonel ve daha saygılıdır. Ghosting’in Görünmeyen Maliyeti Bu davranış biçiminin uzun vadeli sonuçları da hafife alınmamalı: Güven erozyonu. Şirket ve marka itibarının zedelenmesi. İyi adayların, profesyonellerin ve iş ortaklarının başka adreslere yönelmesi. Bugün Türkiye iş dünyasında ghosting , birçok yapının “kolaya kaçtığını” gösteren açık bir işaret. Profesyonellik iddiasındaki kurumların iş takibi yapmaması, süreci resmi bir dille kapatmaması ve açıklama sorumluluğundan kaçması, artık görmezden gelinemeyecek bir zaaf. Ve açık konuşmak gerekirse: Dönüş yapmadığınız her kişi, markanızın sessiz ama etkili bir eleştirmenine dönüşüyor. Küresel İletişim Standartları Yükselirken Globalleşen iş dünyası, geri bildirim vermeyi profesyonel bir zorunluluk hâline getiriyor. Türkiye’de özellikle genç profesyoneller, LinkedIn ve uluslararası iş yapma kültürünün etkisiyle geri bildirim bekliyor ama birçok şirket hâlâ bu dönüşüme ayak uydurmuş değil. Üstelik bu sadece genç adayların değil, Türkiye iş dünyasının genel itibarının meselesi. Eğer ghosting “normal” davranış biçimi olarak kabul edilirse, bu yalnızca şirketlerin değil sektörlerin güvenilirliğine de zarar verecek. Aslında baktığınız zaman globalin de Türk pazarına bakışını etkileyen faktörlerin temelini oluşturuyor. Olumlu dönüt kadar olumsuz dönüt de profesyonellik gereğidir. “Olmadı” demek; “Bu projede ilerlemeyeceğiz” diyebilmek; “Tercihimiz farklı yönde” cümlesini kurmak; bunlar korkulacak cümleler değil. Aksine, gerçek profesyonellik tam da burada başlıyor. Türkiye’de ghosting davranışının bu kadar yaygınlaşmış olması bir başarı değil, aksine profesyonel bir etik eksikliğinin işareti. Kimse sürekli olumlu dönüt almak zorunda değil ama herkes net bir cevap bekleme hakkına sahip. Sessizlik kurumsal bir strateji veya sandığınız kadar “havalı” bir şey değil. Ghosting artık Türkiye iş dünyasında hızla yaygınlaşıyor ama kimseyi daha profesyonel yapmıyor. Sessiz kalmak, güçlü bir duruş sergilemiyor. Aksine, sadece iletişim sorumluluğundan kaçmanın zahmetsiz bir yolu olarak gözüküyor. Belki bir “hayır” demek 45 saniyenizi alır ama cevapsız bırakmak, uzun vadede iş dünyasının güven ikliminden çok daha fazlasını götürür.
- Moncler’den Sonbahara Zamansız Bir Adım
Moncler’in Pre-Fall 2025 kampanyası, sofistike ve işlevsel katmanlarla modern şehir estetiğini yorumluyor. Moncler, Pre-Fall 2025 kampanyasını “London, A Love Affair” başlığıyla tanıttı. Kampanyanın yüzleri Brooklyn ve Nicola Peltz Beckham; şehirle kurdukları romantik bağ ve modern tavırlarıyla koleksiyonun ruhunu yansıtıyor. Bu sezon, markanın güçlü terzilik mirasına vurgu yapan koleksiyon; net silüetler, yumuşak dokular ve sade bir şıklık etrafında şekilleniyor. İnce yünler, tüvit ve bouclé kumaşlar; haki, ekru ve taupe tonlarında hayat buluyor. Altın detaylarla zenginleştirilen parçalar, klasik bir sonbahar gardırobunun vazgeçilmezlerine dönüşüyor. Öne çıkan detaylardan biri de koleksiyonun yeni ayakkabı tasarımı. Bej ve kırık beyaz tonlarındaki bu model, GORE-TEX materyali ve agresif taban yapısıyla dikkat çekiyor. Ayakkabının burun kısmına uzanan dişli taban yapısı, hem tasarımsal bir karakter hem de teknik bir işlev sunuyor. Koleksiyonun tamamında Moncler’in modern şehir insanına hitap eden “hafif ama güçlü” tavrı öne çıkıyor. Klasik hacimli outerwear anlayışından uzak, rafine katmanlar ve güncellenmiş detaylar ile minimalist ama karakter sahibi bir estetik sunuluyor. Rafine naylon dokular, modernize edilmiş trikolar ve sessiz lüksü çağrıştıran toprak tonları koleksiyonun genel ruhuna eşlik ediyor. Pre-Fall 2025 koleksiyonu şu anda seçili Moncler mağazalarında ve markanın resmi web sitesinde satışta.
- Yaz Akşamları İçin Sofra Dekorasyonu: Kolay ve Şık
Yazlık evlerde masa kurmak, biraz plansız görünse de ince bir özeni içinde taşır. Yaz sofraları, güneş batarken kurulur, gece ilerledikçe daha sıcak bir hale gelir. Başlangıç için masa örtüsünü belirlemek yeterli. Keten ya da dokulu pamuk bir örtü, gündüzün sıcak havasını dengeler. IKEA’nın SOMMARFLOX koleksiyonundaki açık bej masa örtüsü hem hafif hem kolay yıkanır. Üzerine yerleştirilen seramik tabaklar, sofrayı daha sakin bir hale getirir. Ahşap tabak altlıkları, dokulu peçeteler ve küçük bir tuz kabı sofranın sıcak tonunu tamamlar. Aydınlatmayı birkaç katmana bölmek iyi bir fikir. Masanın ortasında geniş bir mum grubu, yere bırakılan H&M Home’un bambu fenerleri geceyi taşıyan en sade detaylardan. Küçük bir dizi ışık pergolaya ya da bir ağaca tutturulabilir. Işık ne kadar yumuşak olursa, sohbet o kadar uzun sürer. Sandalye sayısını masa başına göre sınırlamayın. Birkaç sandalye yeter, Zara Home’un kalın keten sandalye minderleri uzun oturmalarda kalça desteği sağlar ve sofrayı daha rahat hale getirir. Sofranın ortasına büyük bir limon kasası yerleştirmek hem renk hem ferahlık katar. Birkaç demet lavanta ya da biberiye, kokusuyla akşam havasını değiştirir. Masanın bir köşesine su sürahisi ve cam bardaklar koymak pratik olur. Böylece herkes kendi alanında küçük bir köşe bulur. Yaz sofraları en çok da bu plansız gibi duran sadeliğiyle akılda kalır. Sofrayı kurarken her şeyin kusursuz görünmesini değil, uzun saatlere eşlik edecek bir rahatlığı düşünmek yeterli olur. Birkaç küçük detay, bir masa örtüsü ve biraz ışık… Yaz akşamını başka bir zamana çevirir.
- Labubu Hakkında Konuşmak Gerekirse
Görsel rahatsızlık üzerine inşa edilen Labubu, ne kadar eleştirilse de algoritmaları beslemeye devam ediyor. Beğeni değil, görünürlük merkezde. Labubu’nun sosyal medyada yarattığı dalga, yalnızca bir koleksiyon figürünün popülerliğiyle açıklanamayacak kadar çelişkili ve kurgusal. Çoğu kişi için “çirkin”, hatta rahatsız edici bulunan bu figür, bir yandan da sınırlı üretim ve “blind box” sistemiyle koleksiyonculuk içgüdüsünü tetikliyor. Ortada estetik anlamda bir konsensüs yok; seven kadar sevmeyen, hatta açıkça nefret ettiğini dile getirenler var. Ancak dikkat çekici olan şu: Nefret edenler de bu karakterin reklamına katkı sağlıyor ve tartışma viral etkiyi büyütüyor. “Bu ne ya?” diyerek yapılan her paylaşım, aslında Labubu’nun görünürlüğünü artırıyor. İşte bu, markanın tam olarak istediği şey. Estetik açıdan itici bulunan bir karakterin bu denli ilgi görmesinin ardında, pazarlama dünyasının ilgiyi beğeni ya da tepki üzerinden fark gözetmeden değerlendirmesi yatıyor. Görsel olarak rahatsız edici sınırda duran tasarımlar, stil tercihi gibi görünse de aslında kışkırtma üzerine kurulu bir stratejiyle şekilleniyor. Love & hate ekseninde yürüyen bu formül, kullanıcıyı ya duygusal bir bağ kurmaya ya da tepki göstermeye zorluyor. Her iki durumda da karakter, içerik ekonomisinin merkezinde kalmaya devam ediyor. Bu hikâyeyi masum bir “çirkin ördek yavrusu” anlatısıyla özdeşleştirmek zor. Çünkü burada beklenmedik bir dönüşüm değil, baştan sona bilinçli kurgulanmış bir dikkat ekonomisi var. Çirkinliğin sempatik gösterilmesi değil mesele. Bu karakter, estetik sınırları bulanıklaştıran ve kutuplaşma üzerinden beslenen yeni bir kültürel anlayışa işaret ediyor. Sosyal medya kullanıcılarının bir kısmı figürü tutkuyla savunurken, diğerleri bu estetik anlayışa karşı mesafe koyuyor. Ama her iki taraf da aynı algoritmayı besliyor. Tüketim kültürünün bu yeni evresinde çirkin olan da satıyor; hatta bazen güzelden daha çok. Bir figürün yükselişinden çok daha fazlası. Dijital çağda duygusal tepkinin nasıl ekonomik karşılık bulduğunu gösteren güncel bir örnek. Artık herkesin beğenmesini beklemiyorlar. Adından söz ettirmek yeterli sayılıyor. Fakat bu stratejinin çalışıyor olması, her şeyin gerçekten estetik, nitelikli ya da anlamlı olduğu anlamına gelmiyor.
- Ali Türkkan, Dünya Gençler Ralli Şampiyonası’nda Zafer Kazanan İlk Türk İsim
Yunanistan’ın tozlu dağ yolları bu kez bir Türk isminin yükselişine tanıklık etti. Ali Türkkan, Dünya Gençler Ralli Şampiyonası’nın en zorlu duraklarından biri olan Akropolis Rallisi’nde kariyerinin en büyük uluslararası başarısını elde ederek zirveye yerleşti. 26 yaşındaki pilot, dört gün süren yarış boyunca zorlu hava ve zemin koşullarına rağmen hızından ve istikrarından ödün vermedi. Baştan sona güçlü bir performans sergileyen Türkkan, Yunanistan’ın taşlı etaplarında yedi birincilik etabı kazanarak genel klasmanın açık ara lideri oldu. Yarışın son günü geldiğinde farkı açmış, artık kontrolün tamamen kendisinde olduğu bir ritme ulaşmıştı. Yarışın temposunu, tekniklerini ve stratejisini ustalıkla yöneten Türkkan, bitiş çizgisine sakin ama bir o kadar da gururlu bir şekilde ulaştı. Bu başarıda Ali Türkkan’ın co-pilotu Oytun Albayrak’ın katkısı da dikkat çekiciydi. Yarış boyunca her virajda, her iniş çıkışta, doğru zamanlamayı ve teknik koordinasyonu sağlayan ikili; mükemmel bir uyum yakalayarak yarışın kaderini birlikte belirledi. Akropolis’te elde edilen bu galibiyet, Ali Türkkan’ın ismini uluslararası ralli sahnesine taşıdı. Ortaya koyduğu performans, yarışın geneline damga vurdu. Bu sonuç, Türkkan’ın kariyerinde bir dönüm noktası olmanın ötesinde, Türkiye adına da ilham verici bir başarıydı. Şampiyona, önümüzdeki ay Finlandiya’da devam edecek. Ancak Akropolis’in tozu hâlâ yerdeyken, bu zafer uzun süre konuşulacak gibi.
- Parlé Bodrum’da Sofistike Akdeniz Ruhu
İstanbul’daki bir alışveriş merkezinde konumlanan Parlé, bu yaz Bodrum’a taşınıyor. Yalıkavak Marina’nın yarımada uzantısında, kalabalıktan uzak özel konumuyla Parlé Bodrum; Akdeniz mutfağına modern bir bakış sunuyor. Riviera zarafetinden ilham alan dekoru, menüdeki taze deniz ürünleri ve geceye doğru yükselen DJ set’leriyle sezonun dikkat çeken açılışlarından biri. Mimari atmosfer, mekânın karakterini yemeğin ötesine taşıyor; detaylarda estetik kadar özgünlük de gözetiliyor. Menüde, İstanbul’daki imza lezzetlerin yanı sıra, Bodrum’a özgü yorumlarla zenginleşen bir seçki var. Trüf aromalı beef tartar, lime zest’li tuna, kuşkonmaz ve burratalı risotto, vongole tagliatelle ve safranlı dana yanak… Malzeme kalitesi kadar sunum diliyle de fark yaratan menü, her tabakta Parlé’nin duruşunu yansıtıyor. Hafif ama iddialı çizgisiyle akşam saatlerine eşlik eden dengeli bir mutfak kurgusu sunuluyor. Tekneyle doğrudan ulaşım imkânı, özel davetlere ayrılmış izole alanlar ve geceye dönüşen akışıyla Parlé Bodrum, yazın sosyal sahnesine yeni bir yorum getiriyor. İmza kokteyller menüsü, müzikle birlikte ritim kazanıyor; gecenin ilerleyen saatlerinde kurgulanan atmosfer, planlı bir akşamdan çok doğal bir geçiş hissi uyandırıyor. Parlé, bu yaz Bodrum’da rastgele seçilmeyecek mekânlardan biri.
- Toprak Razgatlıoğlu MotoGP’ye Geçerken Rekor Kırmaya Devam Ediyor
Toprak Razgatlıoğlu, WorldSBK’de son sözü söylemeden MotoGP’ye hazır olduğunu her turda ilan ediyor. Toprak Razgatlıoğlu, Superbike Dünya Şampiyonası’ndaki yolculuğunun son düzlüğünde. 2026 sezonunda MotoGP’ye geçeceği açıklanan Toprak, bu yeni sayfaya ilerlerken yarış kazanmaya ve iz bırakmaya devam ediyor. Son olarak Misano’da Superpole, Race 1 ve Race 2’yi kazanarak haftayı üçte üçle tamamladı. Sezon ortasında gelen bu dominasyon, bir galibiyet serisinden ziyade; MotoGP öncesinde Toprak'ın hâlâ oyun kurucu olduğunu gösteren güçlü bir mesajdı. Özellikle Race 2’de son sıradan başlayıp liderliği alması, sürüş tarzının alışılmışın dışında olduğunu bir kez daha kanıtladı. BMW ile geçirdiği sezon, sıradan bir kapanış değil. Misano’da attığı her tur, yaklaşan bir vedanın habercisi gibiydi. Ancak henüz noktayı koymadı. 2025 takvimi devam ediyor ve Toprak, WorldSBK sahnesinde hikâyesini yazmayı sürdürüyor. Bugüne kadar 64 yarış galibiyetine ulaştı. 2021’de Yamaha, 2024’te BMW ile dünya şampiyonu oldu. Farklı üreticilerle gelen bu başarılar onu çağının en ikonik karakterlerinden biri haline getirdi. MotoGP’ye geçişiyle birlikte bu klasmanda yarışacak ilk Türk pilot olacak. Ancak bu adım bir son değil; daha büyük bir sahneye geçişin habercisi. Misano’daki performansıysa geçişin ne kadar iddialı olacağının ilk işaretiydi. MotoGP’ye doğru hızla ilerlerken bile, Toprak sadece rekabet etmiyor. Hâlâ kazanıyor, hâlâ fark yaratıyor. Belki de asıl fark tam olarak burada yatıyor.
- Real Madrid’de Yeni Louis Vuitton Dönemi
Real Madrid ve Louis Vuitton ortaklığında Erkek ve Kadın Futbol Takımları ile Erkek Basketbol Takımı için yeni resmi kıyafetler tanıtıldı. Futbol dünyası uzun süredir modayla iç içe ama Fransız lüks markası Louis Vuitton ile İspanyol futbol devi Real Madrid arasındaki yeni iş birliği bu ilişkiyi yepyeni bir seviyeye taşıyor. Anlaşma kapsamında Louis Vuitton, Real Madrid’in erkek ve kadın futbol takımlarıyla erkek basketbol takımının resmi seyahat ve protokol giyim sponsoru oldu. Böylece kulüp tarihinde ilk kez üç takım da Louis Vuitton imzalı parçalarla temsil edilecek. İki markanın bir araya gelişi, sahip oldukları ortak değerlerin bir yansıması: mükemmellik tutkusu, köklü geçmişleri ve yeniliğe olan bağlılık. Louis Vuitton CEO’su Pietro Beccari’nin sözleriyle, “Real Madrid mükemmelliği ve evrimi temsil ediyor. Bu enerji, Louis Vuitton’da yaptığımız her şeyi besliyor. Bu gardırop da aynı ruhla yaratıldı; amaca yönelik, güçlü ve şık.” Koleksiyon, Louis Vuitton Erkek Giyim Kreatif Direktörü Pharrell Williams tarafından tasarlandı. Oyuncular ve teknik ekip; özel dikim takımlar, hazır giyim parçaları ve aksesuarlarla donatılıyor. Ceket ve pantolonlarda kullanılan VVN deri etiketler, LV Soft ayakkabılar, işlenmiş şapkalar ve parlak tokalı kemerler koleksiyonun öne çıkan detayları arasında. En dikkat çekici parça ise özel olarak tasarlanan seyahat serisi. Horizon 55 valiz, Keepall çanta ve Christopher sırt çantası gibi ikonik modeller, Louis Vuitton’un klasik Monogram tuvali üzerine Real Madrid’in beyaz-altın renk paleti ve “RM” baş harfleriyle işlendi. Bu parçalar yalnızca takıma özel üretildi ve satışa sunulmayacak. İş birliğini duyuran görsel kampanyada Éder Militão, Dani Carvajal, Kylian Mbappé, Jude Bellingham, Vinicius Júnior ve Thibaut Courtois gibi yıldız oyuncular Santiago-Bernabéu Stadyumu önünde Louis Vuitton sandıkları üzerinde poz veriyor. Görseller, futbolun ihtişamıyla lüks zanaatkârlığı bir araya getiriyor. Louis Vuitton’un elit sporlardaki etkisi giderek genişliyor. Marka daha önce FIFA Dünya Kupası ve Ballon d’Or gibi prestijli organizasyonlar için özel tasarladığı kupa sandıklarıyla bu alanda kendine yer edinmişti. Real Madrid Kurumsal İlişkiler Direktörü Emilio Butragueño, “İki kurum da zamanın ve geleneğin ötesine geçiyor. Amacımız yalnızca bir miras oluşturmak değil, ilham vermek,” diyerek bu ortaklığın ruhunu özetliyor. Louis Vuitton x Real Madrid birlikteliği, dünyanın en çok ödül kazanan kulübünü sahada ve dışında eşsiz bir stille buluşturuyor.
- Birine Benzememek İçin Verilen Savaş
Kopyalanabilir kimliklerin çoğaldığı dijital çağda, kendine benzeyerek var olmak derin bir direnişe dönüşüyor. Estetik ve kültürel alanlarda özgünlüğün yeni biçimlerini, çağın simgeleriyle birlikte okuyoruz. Kendine benzeyerek yaşamak, günümüzde neredeyse radikal bir seçim haline geldi. Dijital çağ, benzerliği ödüllendiriyor. Her şeyin daha önce görülmüş, algoritma tarafından önerilmiş, kalıba dökülmüş versiyonları daha çok tıklanıyor. Sosyal medya, hızla yeniden üretilebilen kimlikler yaratıyor. Düşünce şekilleri, giyim tercihleri, hatta yalnızlık biçimleri bile kolektifleşiyor. Birey olmanın yerini, “ben gibi görünenler” arasında güvenli bir çoğulluk alıyor. Böyle bir düzlemde kendine benzeyen biri olmak artık bir kişilik meselesi olmaktan çıkıyor, kültürel bir direnç alanı haline geliyor çünkü bu çağın özgünlük anlayışı paradoksal biçimde kolektifleşmiş durumda. “Farklı olmak” bir estetik stratejiye dönüştüğünde, asıl mesele farklılaşmak değil, farklı görünmek halini alıyor. Halbuki gerçekten kendine ait bir duruş, ilk bakışta fark edilmeyebilir. Sessizdir. Zamana yayılır. Göstermeye değil, olmaya dayanır. Stil üzerinden konuşursak: Gerçekten kişiye ait olan bir estetik kolay okunmaz. Hemen anlaşılmayan, kalıplara girmeyen, anlamak için bekleyen bir tarafı vardır. Tilda Swinton ’ın zamansız ve cinsiyetsiz duruşu, bunun en görünür örneklerinden biri. Sade ama tanımlanamaz, net ama değişken. Her rolünde, her görünümünde kendine sadık kalma biçimiyle, oyunculuğun ötesine geçen bir kültürel karakter inşa ediyor. Müzik alanında Steve Lacy ve FKA twigs , bu özgünlüğün müzikal ve görsel örneklerini oluşturuyor. Lacy’nin müziği belirli bir türe bağlı kalmıyor; soul, funk, indie, R&B arasında serbestçe dolaşırken, stilinde de aynı geçişkenlik hâkim. FKA twigs ise sınırları yıkan bir görsel dünya kuruyor; hem kırılgan hem fütüristik, hem tanrısal hem dijital bir estetik. Kurdukları bu benzersiz dünya, onları gelip geçici değil, yerleşik ve hatırlanan figürlere dönüştürüyor. Stil tarihi içinden bakıldığında Chloë Sevigny , modanın belirlediği trendleri takip etmek yerine kendi çizgisini koruyarak farklılaşan bir estetik dil inşa etti. Bu tavrı, onu geleneksel ‘it-girl’ figürünün ötesine taşıdı ve moda tarihinde kendine özgü, kült bir yer açtı. Benzer şekilde Timothée Chalamet , bugünün erkek estetiği içinde kendine ait bir alan kuruyor. Feminen-maskülen kodlarını karıştıran, abartısız ama teatral duran, alışılmışı istemeyen bir zarafet içinde. Kopyalar çoğalmaya eğilimlidir. Orijinallerse çoğu zaman sessiz kalır. Bu sessizlik, içe kapanmadan değil, bilinçle alınmış estetik bir pozisyondur. Miuccia Prada ’nın “çirkinlik”ten güzellik yaratma fikri, modanın estetik sınırlarını zorlarken kendi iç dünyasını dışa vurmaktan çekinmeyen bir entelektüelliğe işaret eder. Çünkü asıl soru her zaman şudur: Giydiğimiz şey bize mi ait, yoksa bizi görünür kılan bir imajın parçası mı? Günümüzde özgün olmak için illaki aykırı olmak gerekmiyor. Aksine, en özgün olanlar genellikle en sessiz olanlar. Gürültünün, hızın ve çoğaltmanın çağında, belirginleşmek için bağırmak yerine bekleyenler, zamanla öne çıkıyor. Bu, hem estetik hem entelektüel bir sakinlik. Ve belki de en çok, kendinle kurduğun ilişkinin gücüne dayanıyor. Bugün birine benzememek için verilen savaş, görünür olma arzusuna karşı verilen en kişisel mücadelelerden biri. Bu savaş, her sabah ne giyeceğini seçerken başlıyor. Ne dinlediğini, ne izlediğini, neyi sevip neyi görmezden geldiğini yeniden düşünürken devam ediyor. Ve belki de en önemlisi, kendi içine dönüp “Bu gerçekten ben miyim?” diye sormaktan hiç vazgeçmemekle şekilleniyor.