top of page

İsyan Sanatının Evrimi: Özgürlükten Vitrine

  • kocerbegum
  • 28 Nis
  • 2 dakikada okunur

İsyan sokaktan doğdu, beyaz duvarların arasında evcilleşti.


Jef Aerosol

Bir duvara izinsizce bir figür çizersiniz. Belki kimse görmez. Belki biri görür ve üzerine başka bir hikâye yazar. Belki de yıllar sonra o duvar, bir galeri duvarından daha değerli hâle gelir.


Sokak sanatı, başlangıcında anonim, kaçak ve özgür bir dildi. İtalya doğumlu sanatçı Blu, şehirlerin unutulmuş yüzeylerine devasa duvar resimleri yaparak ün kazandı. Bologna’nın arka sokaklarında, dev makinelere dönüşen insan figürleriyle modern kapitalizmi eleştiriyordu. Onun eserleri, resmî bir davetle değil, gecenin sessizliğinde ve şehrin ritmine karışarak ortaya çıkıyordu.




Fransız sanatçı Invader, 1990’ların sonunda Space Invaders video oyunundan ilham aldığı minik mozaiklerini Paris’in duvarlarına yerleştirirken geleneksel sanat dünyasına meydan okuyor, sanatın elitist kodlarını hiçe sayıyordu. Kimseye görünmek için değil, şehirle bir oyun oynamak için vardı. New York’lu Lady Pink’se grafiti dünyasında bir ilkti. 1980’lerde, erkek egemen bir alanda adını metroların yeraltı tünellerine yazdı. Onun işleri yalnızca sanatını göstermiyor, aynı zamanda kadın sanatçıların kamusal alandaki görünürlüğünü de savunuyordu.



Zamanla her hikâyede olduğu gibi sokak sanatı da görülmek ve takdir edilmek istedi. Görülmenin getirdiği ilgi, ilginin getirdiği statü ve statünün getirdiği pazarlanabilirlik sokak sanatının da kimyasını değiştirdi. Blu’nun çalışmalarını müzayede kataloglarında görmeye başlayan şehir yetkilileri, sanatçının izinsiz yarattığı duvarları sahiplenmeye kalkınca Blu kendi eserlerini beyaz boyayla kapattı. Sanatın satılık olmadığını göstermek için, kendi elleriyle yok etti her birini. Öte yandan Invader, sanatının evrimiyle barıştı. Şehirlerin gizli köşelerine yerleştirdiği mozaikler artık koleksiyon parçalarına dönüştü hatta bazıları 500 bin doları aşan fiyatlara satıldı. Lady Pink, New York’un yeraltı tünellerinden galerilere geçiş yaptı. Grafitinin bir “vandallıktan” öte bir sanat formu olduğunu savunduğu işleri, MoMA gibi büyük kurumların koleksiyonlarına girdi.


street art

Sokak sanatçıları galeri sanatçılarına mı dönüştü yoksa yalnızca görünür olmak için başka bir dil mi öğrendiler? Bir sanatçının kendi eserini herhangi bir sokakta halkla buluşturması kadar, bir diğerinin kendi sanatından bir galeride para kazanması doğaldır. Sanatın değeri yalnızca sergilenme biçimiyle ölçülmemeli; asıl mesele, sanatçının para kazanacağım diye kendi yaratıcılığını ve özgünlüğünü yitirmemesinde yatıyor.


Bu evrim karşısında yalnızca temkinli değil, aynı zamanda dikkatli bir hayranlıkla yaklaşmalıyız.

Çünkü sanat, nerede olursa olsun, eğer hâlâ bir hikâye anlatıyorsa, hâlâ bir duygu uyandırıyorsa yerini ya da çerçevesini tartışmaktan çok daha büyük bir şeye hizmet ediyor demektir. Asıl soru belki de şudur: Hayatta her şey bir statüye mi dönüşmek zorunda yoksa kendi hayalini hayata geçirmek başlı başına bir var oluş biçimi midir?


İsyanın biçimi değişebilir, yöntemleri evrilebilir ancak gerçek olan sanatın hâlâ bir anlam taşıdığı yerde özgürlüğün de nefes aldığıdır.

Yorumlar


logo tek yazı
  • Instagram
bottom of page