44. İstanbul Film Festivali Nisan’da Başlıyor
- kocerbegum
- 28 Mar
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Nis

Nisan, İstanbul’da sadece mevsimlerin değil, hikâyelerin de değiştiği ay. 11-22 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 44. İstanbul Film Festivali, bu yıl da şehrin ritmini perdeye taşıyor. 139 film, 13 bölüm ve sayısız yönetmen. Her biri izleyicide farklı duygular bırakacak, her biri kendi dilinde konuşacak.
Bu yılın seçkisi özellikle yönetmenlik vizyonuyla dikkat çekiyor. Hikâyeler kadar, o hikâyelerin nasıl anlatıldığı, sinemanın görsel diliyle neler yapabildiği öne çıkıyor. Biçimsel olarak sınırları zorlayan yapımlar, sinemaya yalnızca bir izleme eylemi olarak değil, bir deneyim olarak yaklaşan izleyiciler için heyecan verici.
“Kamera, bu yıl daha hareketli. Filmler yalnızca anlatmıyor, dokunuyor.”
Festivalin açılışını, caz tarihine damga vurmuş bir anıya odaklanan Köln 75 yapıyor. Giorgio Testi’nin yönettiği film, Keith Jarrett’ın 1975’te verdiği ikonik Köln konserini odağına alıyor. Sadece bir performans değil; bir yaratım süreci, bir yalnızlık, bir odak hâli. Testi’nin sahne enerjisini beyaz perdeye aktarma konusundaki ustalığı, müziği neredeyse fiziksel bir deneyime dönüştürüyor.
Genç yönetmenlerin cesaretini gösteren yapımlar bu yıl özellikle güçlü. Brezilyalı Lillah Halla’nın Levante filmi, yasa dışı kürtaj yaptırdığı ortaya çıkan genç bir sporcunun çevresiyle çatışmasını anlatıyor. Film, Latin Amerika sinemasının yükselen dalgasını temsil eden çarpıcı bir örnek. Norveçli Halfdan Ullmann Tøndel’in ilk uzun metrajı Armand, sınıfta yaşanan muğlak bir olaya dair bir annenin ve okulun karşılıklı gerilimini konu alıyor. Sadeliğiyle vurucu. Ayrıca yönetmenin sinemasal geçmişi de etkileyici: büyükannesi Liv Ullmann, büyükbabası Ingmar Bergman.
Festivalin en radikal hattını çizen yapımlarsa Mayınlı Bölge başlığı altında toplandı. Yorgos Zois’in Arcadia’sı, yapay zekâ denetimi altındaki distopik bir toplumda geçiyor. Soğuk, steril ama yer yer ironik anlatımıyla insanlığın geleceğine dair rahatsız edici bir bakış sunuyor. Sofia Exarchou’nun yönettiği Animal ise Yunanistan’da bir tatil adasında çalışan dansçıların dünyasını anlatıyor. Film, bedeni hem estetik hem politik bir anlatı aracı hâline getiriyor. Kamera dans ediyor, seyirci nefesini tutuyor.
“Bazı filmler düşünceyi, bazıları bedeni tetikler. Bu yıl sinema, ikisini birden hedef alıyor.”
Festivalin özel bölümlerinden biri olan Cinemania, ustaların filmlerini yeni gözlerle izlemek isteyenler için bir alan açıyor. Claire Denis, Pedro Almodóvar, Chantal Akerman gibi sinema tarihine yön veren isimlerin işlerine yer verilen bu seçki, yalnızca bir retrospektif değil, aynı zamanda sinemanın bugünkü biçimlerine ilham veren bir harita. Akerman’ın bir zamanlar söylediği gibi: “Bir filmi hareket ettiren şey olaylar değil, boşluklardır.” Bu cümle, festivalin bu bölümünde gösterilecek her film için bir tür anahtar olabilir.
Geçtiğimiz yılın seçkisiyle karşılaştırıldığında bir yön değişimi hissediliyor. Close (Lukas Dhont) ve Alcarràs (Carla Simón) gibi yapımların duygusal hassasiyeti, bu yıl daha net ve politik tavırlarla yer değiştiriyor. Bu sene, bedenler daha görünür, kameralar daha cesur, yönetmenler daha doğrudan.
Festivalin ardından bazı gösterimlerde yönetmen söyleşileri de gerçekleşecek. Film izleme deneyimini yaratıcı sürecin kendisiyle bağlamayı mümkün kılan bu anlar, sinemaya sadece seyirci değil, tanık olma hissi katıyor.
İstanbul Film Festivali bu yıl da sinemayı kutlamıyor yalnızca; sinemayı sorguluyor, açıyor, değiştiriyor. Perdeler karardığında sadece bir hikâye değil, bir niyet de başlıyor ve belki de bu yıl, en çok o niyete kulak kesilmek gerekiyor.
Comments