Anti-Valentine Akımı: Sevgililer Günü’ne Dair Bir Karşı Duruş
- kocerbegum
- 11 Şub
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 14 Şub
Sevgililer Günü geldiğinde her yer kırmızıya boyanır. Güller, çikolatalar, romantik akşam yemekleri… Her şey, aşkın kusursuz bir mutluluk getirdiği yanılsamasını desteklemek için sahnelenmiş gibidir. Öte yandan aşk her zaman bir aşk şarkısındaki gibi değildir. Bazen bir şairin dizelerinde, bir filmin son karesinde ya da bir melodiye gizlenmiş o sarsıcı boşlukta karşımıza çıkar.

Anti-Valentine akımı, tam da bu noktada devreye girer. Romantik ilişkileri küçümseyen bir isyan değil, aşkın yalnızca mutlu sonlardan ibaret olmadığını hatırlatan bir karşı duruş. Sinema, müzik, edebiyat; yani pop kültürün en güçlü damarları, bunu anlatmanın en iyi yollarından biridir.
Sinemada Aşkın Çatışmalı Doğası

Sinema, aşkı romantik komedilerin pembe dünyasında yüceltmekten çok daha fazlasını yapabilir. Aşk bazen In the Mood for Love’daki gibi sessiz bir çırpınıştır; yanlış zamanda, yanlış yerde yakalanan iki insanın hikâyesi. Bazense Eternal Sunshine of the Spotless Mind’daki gibi bir hafıza oyunudur: Birini sevmek ve unutmak arasında sıkışıp kalmanın acı tatlı gerçekliği.
Ama aşk, her zaman incelikli bir hüzün taşımak zorunda da değildir. Gone Girl bunu kanıtlar: Romantik ilişkilerin, toplumsal beklentiler ve bireysel maskelerle nasıl zehirlenebileceğini gösteren bir başyapıt. Blue Valentine’sa aşkın başlangıcını, yükselişini ve kaçınılmaz düşüşünü aynı anda yaşatır. Gözlerindeki ışıltıyı izlediğimiz bir çiftin yıllar içinde nasıl yabancıya dönüştüğünü görmek, bazen bir ayrılık mektubundan daha serttir.
Peki ya aşkın tüketime dönüşmesi? İşte Her burada devreye girer. Bir yapay zeka ile kurulan bağın, insan ilişkilerinin yüzeyselliğini nasıl altüst edebileceğini anlatır. La Dolce Vita’sa aşkın, duygudan çok bir gösteriye dönüştüğü modern dünyada, sahte bir ihtişam içinde kaybolan insanları resmeder.
Müzikte Anti-Valentine: Aşkın Çatlaklarından Sızan Sesler

Aşk şarkıları her zaman "sen olmadan yaşayamam" demek zorunda mı? Bazıları aksini kanıtlıyor. Joy Division, Love Will Tear Us Apart ile aşkın en büyük parçalanmalardan biri olduğunu fısıldar. The Smiths, There is a Light That Never Goes Out ile aşkı romantik bir trajediye dönüştürür—"Seninle ölmek, hayatımın en güzel şeyi olurdu" derken, Morrissey’in sesi kayıp bir çağrıyı andırır.
Lana Del Rey’in dünyasında aşk, çoğu zaman kaçınılmaz bir çöküştür. Born to Die, Ultraviolence, Norman fucking Rockwell… Hepsinde aşk, ilahi bir tutku kadar, acı bir sonu da beraberinde getirir. Florence + The Machine’se aşkı gotik bir mitolojiye dönüştürür; What Kind of Man ve Cosmic Love, sevmenin bazen bir savaş alanında yürümek gibi olduğunu anlatır.
Frank Ocean’ın Self Control’ü, Billie Eilish’in Happier Than Ever’ı ya da Tyler, the Creator’ın See You Again’i… Aşk artık sadece klasik anlamda bir romantizm değil; bazen imkansızlık, bazen takıntı, bazen de kendinden kaçış.
Edebiyatta Aşk ve Yıkım

Romanlar ve şiirler, aşkı anlatmanın belki de en eski yolu ama aşk hikâyeleri her zaman mutlulukla bitmez. Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’i, aşkın bazen yalnızca bir yanılsama olduğunu anlatır. F. Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby’de, aşkın bir hayalin peşinden gitmek olduğunu; bazen de bu hayalin insanı yok edebileceğini gösterir.
Modern edebiyatsa aşkı bir varoluş meselesine dönüştürür. Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde aşkın yalnızca bir his değil, bir yük olabileceğini anlatır:"İnsan yaşamında tekrarlar yoktur, bu yüzden de kararlarımız kaçınılmaz olarak bilinçsizce alınır. Her şey ilk kez yaşanır ve biz neyin doğru, neyin yanlış olduğunu asla bilemeyiz."Tıpkı aşk gibi; her seferinde yepyeni, her seferinde bilinmezliklerle dolu.
Şiir dünyasında Sylvia Plath, aşkın yalnızca bir kurtuluş değil, bazen bir kayboluş olduğunu gösterir. Plath, Mad Girl’s Love Song şiirinde şöyle yazar:"Hayal ettim söylediğin yoldan döneceğini,Fakat yaşlandım, artık unuttum ismini.(Sanıyorum kafamdan uydurdum seni.)"Öyle ki aşk, bazen bir rüya kadar gerçek ve bir gölge kadar bulanık olabilir.
Sevgililer Günü Kutlanmalı mı Yoksa Unutulmalı mı?
Anti-Valentine akımı, aşka karşı bir savaş açmaz; sadece onun tek bir güne, tek bir kalıba, tek bir hikâyeye sığdırılamayacağını hatırlatır. Sinema, müzik ve edebiyat, aşkın yalnızca en parlak anlarından ibaret olmadığını, bazen derin yaralar, bazen kaçınılmaz ayrılıklar, bazen de sessiz bir özlem olduğunu bize tekrar tekrar göstermeye devam eder.
Belki de aşk en çok, onu sorguladığımızda gerçek bir anlam kazanır ve bazen en büyük aşk hikâyeleri, hiç anlatılmayanlardır.










Yorumlar