top of page

Billie Eilish ile Müslüm Gürses Aynı Estetik Evrenin Parçası mı?

  • kocerbegum
  • 24 Nis
  • 2 dakikada okunur

Billie Eilish ve Müslüm Gürses’in estetik evreninde buluştuğu yerdeyiz: Duyguların moda hâline geldiği dijital bir çağın tam ortası.


Billie Eilish x Müslüm Gürses

Billie Eilish, oversize hoodie’sinin altından yere doğru süzülen bakışlarıyla, Lana Del Rey, 60’lardan fırlamış bir imgeyle aşk acısını fon müziği gibi taşırken… Yeni nesil için duygular artık kelimelerle değil, görüntülerle tarif ediliyor. Hüzün, söylenmekten çok giyiliyor, paylaşılıyor, estetikleştiriliyor.


Sosyal medyanın her platformunda karşımıza çıkan bu “hissetmekten çok hissettiriyormuş gibi yapmak” hali, yalnızca bireysel bir ifade biçimi değil; kolektif bir görsel dil. TikTok’ta kırmızı gözlerle slow-motion yürüyüş videoları, Pinterest’te pastel tonlarda küratörlenmiş “sad girl mood” panoları, Instagram’da filtreli melankoli. Üzgün görünmek, artık bastırılacak değil, stilize edilecek bir şey.


Ama bu gerçekten hissetmek mi? Yoksa hislerin yalnızca sahnelenmesi mi?



İçinde bulunduğumuz dijital evrende duygular bile görünürlükle ölçülüyor. Ağlamak eskiden yalnız yapılan bir eylemken, şimdi estetik bir içerik formatı. Loş ışıkta ağlayan bir yüz, ayna karşısında dudakları titreyerek çekilmiş bir video… “Gerçek acı” ile “gösterilebilir hüzün” arasındaki çizgi bulanıklaştıkça, duygular da tıpkı fotoğraf filtreleri gibi yumuşatılıyor. Hüzün, gerçekliğini kaybetmeden önce bir stile dönüşüyor.


Bu dönüşümde en çarpıcı nokta şu: Duygularla başa çıkmaktan çok, onları bir temaya oturtmak istiyoruz. Estetikle harmanlanan melankoli, artık acının kendisinden çok atmosferiyle var oluyor ve bu atmosfer, bizde empati uyandırmak yerine, izlenebilirlik yaratıyor. Çünkü hissettiklerimizi değil, nasıl göründüğümüzü önceliyoruz. Ağlamaktan değil, ağlarken nasıl göründüğümüzden endişe ediyoruz.



Belki de bu estetik bize hiç de uzak değil.

Türkiye’de yıllardır bir “ağlamak için dinlenen” müzik kültürü var. Müslüm Gürses’in arabeski, acıyı sahnede büyüten, dinleyiciye onunla bütünleşme alanı sunan bir anlatıydı. Tıpkı bugün Billie Eilish’in fısıldar gibi söylediği sözlerde olduğu gibi. Tek fark, birinin ceketinin vatkası büyükken, diğerinin hoodie’si bol.


Billie Eilish ve Müslüm Gürses… İki uç, iki çağ, iki kıta. Ama duygunun temsiline gelince, şaşırtıcı bir şekilde yan yana durabiliyorlar. Eilish’in fısıltılı vokaliyle anlattığı bastırılmış yalnızlık, Gürses’in tok sesiyle yankılanan kederle aynı yere dokunuyor: iz bırakmış bir acı, seyredilen bir hüzün, içine dönük ama dışa taşan bir duygusallık.


Estetik kodları farklı olsa da; biri karanlık pastel filtreler ve bol sweatshirt’lerle, diğeri sigara dumanı ve deri ceketle aynı şeyi anlatıyorlar: Duygular bastırılmıyor, sahneleniyor. Bu yüzden ikisi de kendi nesilleri tarafından yalnızca dinlenmiyor; benimseniyor, giyiliyor, taklit ediliyor.



Müslüm Gürses’in sahnesi bir duvar gibi duruyordu; acı ondan yansıyordu.

Billie’nin odası ise karanlık bir kutu: acının içinden bakıyor, fısıldıyor.

Aynı acının farklı ışıklarla aydınlatılmış iki sahnesi.


Peki bu durum samimiyetsizlik mi, yoksa çağın kendini koruma refleksi mi?

Belki de bu jenerasyon duygularını bastırmıyor; sadece onları başka bir dile çeviriyor. Duygusal imgelerle, filtrelenmiş acılarla, hafifçe bulanık videolarla. Gerçek kırılganlık artık net değil. Ama belki hâlâ orada.

Comentarios


logo tek yazı
  • Instagram
bottom of page