Bir Kitap, Bir Şehri Nasıl Anlatır?
- kocerbegum
- 13 Mar
- 2 dakikada okunur

Bazı şehirler haritalarda değil, kelimelerin içinde yaşar. Bir kitabın sayfaları arasında bir sokakta yürüyebilir, bir şehrin sabaha karşı serin havasını hissedebilir, hiç bulunmadığımız bir yerde kaybolabiliriz. Bir yazar, yalnızca binaları ve caddeleri değil, bir şehrin ruhunu, kokularını, seslerini ve orada yaşayan insanların hissettiklerini de anlatır. Bazen bir şehir, yalnızca bir dekor değil, bir karakter gibi hikâyeye yön verir.
Peki, bir kitap bir şehri nasıl anlatır?
Kitaplarda Şehirlerin Hafızası: Mekânlar ve Hatıralar
Her şehrin içinde geçmişin izleri vardır. Orhan Pamuk’un İstanbul: Hatıralar ve Şehir kitabında sokaklar, eski ahşap evler, Boğaz’daki sisli sabahlar yalnızca fiziksel imgeler değil, bir duygunun taşıyıcısıdır. İstanbul, Pamuk’un anlatısında bir melankoliyle şekillenir:
“Ben İstanbul’un sokaklarında dolaşırken bazen kendi geçmişimi, bazen de benden önce burada yaşamış olanların geçmişini düşünerek hüzünleniyorum.”
Tıpkı James Joyce’un Ulysses’te Dublin’i anlatırken yaptığı gibi. Joyce için Dublin, yalnızca bir şehir değil, bir bilinç akışıdır. Karakterlerin zihinlerinden geçen düşünceler, caddelerle, köprülerle ve rüzgârın yönüyle iç içe geçer.
Bir Şehrin Duygusu: Sesler, Kokular, Renkler
Bazı şehirler, sözcüklerin içinde yalnızca görülmez, hissedilir. Patrick Süskind’in Koku kitabında Paris’i okurken bir sokağın nemli taşlarını, bozulmuş meyvelerin kokusunu, pazar yerindeki kalabalığın terini duyumsarsınız:
“Paris’in etrafını ağır, tatlı, boğucu bir koku sarmıştı. Çürümüş lahana ve koyun derisi kokusuyla karışmış ter, yağ, duman ve kir kokusu, Seine Nehri’nin çürüyen suyu… Paris kokuyordu.”
Hemingway’in Paris Bir Şenliktir kitabında ise 1920’lerin Paris’i, şarap dolu akşamları, kafelerde geçen uzun sohbetleri ve sanatçıların bohem dünyasını hissettirir. Paris, Süskind için çürüyen bir şehirken, Hemingway için sonsuz bir ilham kaynağıdır. Aynı şehir, farklı anlatılarda bambaşka hissettirir.
Şehirler ve İnsanlar: Yaşamın İçindeki Hikâyeler
Bir şehir, orada yaşayan insanlarla anlam kazanır. Tokyo, Murakami’nin romanlarında kalabalık ama yalnızdır; sokak lambalarının altında yürüyen karakterlerin iç dünyaları gibi. 1Q84’te Tokyo, bazen gerçekliğin içinde kaybolur, bazen de onu yeniden inşa eder. Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’inde St. Petersburg, puslu havasıyla melankolik bir ruh haline bürünür. Kimi zaman şehir, yalnızca bir arka plan değil, bir duygu atmosferidir. Orhan Kemal’in 72. Koğuşunda ise İstanbul, yoksulluğun ve eşitsizliğin tanığıdır.
Bazı şehirler, zaman içinde değişir, ama kitaplarda bir anın içinde sabitlenir. Italo Calvino’nun Görünmez Kentler kitabında, var olmayan ama bir şekilde hep tanıdık gelen şehirler vardır:
“Şehirler, yalnızca taşlardan, sokaklardan ibaret değildir. Onları hatırladığımız gibi yaşarız.”
Şehirler, hatıraları, ritüelleri, insanları ve sokakların derinliklerinde saklı duygularıyla yaşar. Belki de bu yüzden, hiç gitmediğimiz yerleri bir kitapta okuyup oraya ait hissedebiliriz. Bazen bir şehir, bir karakterin yalnızlığını derinleştirir, bazen de ona kaçış sağlar. Bazen gri, bazen kaotik, bazen de büyülü.
Her şehir, onu anlatan bir hikâyeyle var olur.


















Yorumlar